Perriand, 1903-1999 yılları arasında yaşamış, içinde bulunduğu zamanın kadınlara tasarım alanında tekstil ve seramik dışında çok fazla şans vermediği bir ortamda 20. yüzyıl mobilya tasarımına ve birlikte çalıştığı Le Corbusier’in tasarımlarına yön vermiş Fransız bir mimar. Modern kadın imajını yaratma sürecinde tarihsel duruşu ve kendi döneminde yaptıklarıyla sınırları bazen zorlayan bazen de sınırları yeniden tanımlayan bir figür. Uzun soluklu kariyerine eklediği kişisel zevkleriyle çok çalışmanın ve aynı anda hayattan zevk almanın bir arada olabileceğini göstermesi, üstelik bunu savaşın olduğu yıllarda başarabilmesiyle yıllardır tasarım alanındaki ilham veren yerini korumaya devam ediyor.
Çocukluğunu babasının terzi, annesinin ise bir haute couture terzisi olarak çalıştığı Paris ve büyükbabasının Savoie’nin sağlık bölgesinde bulunan evi arasında geçiren Perriand, 1920 yılında Ecole de L’Union Centrale de Arts Decoratifs’te tasarım eğitimi alır ve orada zamanın önemli isimlerinden biri olan Henri Rapin’nin verdiği Art Deco tarzının baskın olduğu iç mimarlık derslerine katılır; ayrıca tasarım atölyelerini barındıran büyük mağazalarda sunulan derslere kaydolarak bu alandaki merakını besler. Kariyerinin başlarında henüz bir öğrenciyken dönemin tarzını takip etmeyi tercih eder, klasik Art Deco stiline sahip iç mimarlık düzenlemeleri yapar ve 1925 yılında projeleri Exposition Internationale des Arts Décoratifs et Industriels Modernes’de sergilenmek üzere seçilir.
Bir süre sonra aldığı el sanatları temelli eğitim ve okul tarafından savunulan Beaux-Arts tarzı yaklaşımdan uzaklaşarak, Paris sokaklarında gördüğü motorlu araçların ve bisikletlerin makine estetiğinden ilham almaya başlar. Mezun olduktan sonra başka pek çok sergide yer almak üzere tasarımlarına devam eder, fakat bu dönemdeki en önemli işlerinden biri olan ve aynı zamanda Le Corbusier’in de dikkatini çekerek onunla çalışmak istemesine yol açan tasarımı “Le Bar sous le toit” (Tavan arasındaki bar) kariyerinin kırılma noktalarından biri olur. Yansıtıcı metaller gibi materyalleri cesur bir tasarımla birlikte kullanmasıyla Bar sous le toité, Perriand’ın makine dönemini yansıtan bir estetik anlayışını benimseme isteğini ve ekolün ahşaptan yapılmış, ince, el yapımı nesneler tercihini kırma eğilimini ortaya koyar. Dekoratif yaklaşımdan uzak, modern ve keskin formlara sahip proje modern tasarımın yeni ifadelerini çelik kullanımı ile iletir.
Artık işlerinin tanınmaya başlanması ve gelen başarılarıyla Perriand bir sonraki projeye devam etme konusundaki endişelerini mücevher tasarımcısı arkadaşı Jean Fouquet’in önerisi üzerine okuduğu Le Corbusier’e ait iki kitabıyla aşar: ‘Vers une Architecture’ (1923) , (Bir Mimariye Doğru) ve ‘L’Art Décoratif d’Aujourd’hui’ (1925), (Bugünün Dekoratif Sanatı). Corbusier’in dekoratif sanatları eleştiren ve yenilikçi tarafını kendi tasarım anlayışına yakın bulan Perriand onunla çalışmak ister. Ekim 1927’de portföyüyle gittiği Le Corbusier’in stüdyosundan “Stüdyomda yastık nakışı yapmıyoruz.” cümlesiyle reddedilir. Fakat bir ay sonra, Perrriand’ın Salon d’Automne‘deki “Bar sous le toit” tasarımını gördükten sonra Le Corbusier stüdyosuna katılmak üzere onu davet eder. Bu noktada iki tasarımcının birlikte çalışma sürecinde yaşadıkları değişimleri anlamak adına Corbusier’in o dönemki durumundan bahsetmekte yarar var.
Amerikan ofis mobilyaları, belirli bir tarzı olmayan parçalar, standartlaşmış, fonksiyonel ve pratik olarak tanımlanabilecek eşyalar: Le Corbusier projelerinin iç mekanlarında bu tarz objelerin fonksiyonelliğe yaklaşımını benimsemeyi ve estetik kaygının yeniden keşfedilmiş fonksiyonellikle kendini göstermesini ister. Genel olarak projelerinde yakaladığı farklı ve modern yaklaşımı istediği şekilde iç mekanlara taşıyamayan Corbusier (1925 yılında Paris Expo için tasarladığı l’Esprit Nouveau Pavyonu projenin dış görünümünün aksine modern ve etkili durmayan iç mekan objeleriyle buna iyi bir örnek), Perriand’ın “Bar sous le toit” projesinde aradığı modern yaklaşımı görür.
Perriand 1927’den 1937’ye kadar Le Corbusier ve kuzeni Pierre Jeanneret ile atölyede çalıştı ve daha sonra bu deneyimi “bir ayrıcalık” olarak nitelendirdi. Yoğunlaştığı alan, oturma düzeni, modern konutun ekipmanları ve atölye tarafından tasarlanan mobilyalardı. Ayrıca prototiplerin imalatı ve tasarımların son üretilmiş hallerinden de sorumluydu. Le Corbusier, Perriand ve Jeanneret bir dizi standart oturma pozisyonu tanımladı ve bunlardan LC mobilya serisini tasarladı. 1928 yılında yüzyılın en ikonik sandalyelerinden üçü bu şekilde ortaya çıktı: “Siège à dossier” (geriye doğru yaslanması rahat bir sandalye, LC1), “Fauteuil Grand Confort” (zarif ama konforlu bir koltuk, LC2 ve LC3), ve “Chaise Longue” (rahatlamak için bir şezlong, LC4). Oturma ve dinlenme için farklı pozisyonlarda oturma şekillerine imkan veren bu tasarımlar hala çok sayıda üretilmekte ve kullanılmaktadır.
Corbusier sandalyelerin genel biçimlerini tanımlarken ve tasarımı yönlendirirken, Perriand ve Jeanneret detayları, üretimi ve asıl tasarımı yaptı; fakat Le Corbusier’in yükselen itibarı nedeniyle, sadece Corbusier’in ismi tasarımlarla anıldı. Perriand bu durumdan rahatsızlık duymak bir yana, bunu tasarımların daha yaygın ve popüler şekilde üretilebilmesi için bir fırsat olarak gördü, tasarımların modern yaşamla ilgili kolektif görüşün bir parçası olmasını adının duyulmasına tercih etti. Yıllar içinde bir çok projeye imza atan ortaklıklarının en belirgin işi 1929’da Salon d’Atomne için tasarladıkları iç mekanın yeniden düşünüldüğü “Equipement intérieur d’une habitat” oldu.
1937’de Le Corbusier’ın stüdyosundan ayrılan Perriand, metallerin kullanımından etkilenen Fransız tasarımcı Jean Prouvé ile çalışmaya başladı. Prouvé’nin atölyesinde, savaş sırasında Fransız ordusu için geçici konutlar, askeri kışla ve mobilyalar tasarladı. Bu yıllarda Perriand, Corbusier ile alıştığı şekliyle modernizmin sadece varlıklı ve elit bir grup insan için değil günlük hayatta herkes için ulaşılabilir olmasının yollarını aradı. Modüler depolama ve esnekliği amaçlayan açık planları bunun için kullandı. Çok daha fazla insana hitap edebilecek ve konutlarda kullanıma uygun tasarımlara yoğunlaştı. Aynı zamanda kullanıcıların mimarlığın içinde kendileri için bir alan yaratma konusunda tamamen özgür olması gerektiğine inanıyordu.
1938’de Paris’teki kendi apartmanı için tasarladığı masa, sıradışı biçimiyle çalışmak ve eğlenmek gibi işlevlerin yanı sıra hem iki kişinin samimi bir şekilde oturabilmesine hem de aynı anda on bir kişinin birlikte vakit geçirebilmesine olanak sağlıyordu. Üst formunu organik bir estetik kaygıdan almayan masa, Perriand için konulduğu alana uyum sağlayan, olabildiğince az yer kaplayan ve fonksiyonelliğin ön planda tutulduğu bir tasarımdı. 1938-1955 yılları arasındaki projelerinden biri olan “Free-form furniture” (serbest formda mobilyalar) serisi de bu yaklaşımının ürünleri oldu.
“Bauhaus’un savunduğu işlevden gelen estetik form kaygısını onaylıyorum; fakat aynı zamanda görme hatta duyma gibi algıları göz önünde bulunduran insani dokunuşların da arayışı içindeyim.”
Charlotte Perriand, 1940 yılında Almanlar Paris’i işgal ettiğinde, Japonya’dan, endüstriyel tasarım konusundaki uzmanlığından yararlanmak isteyen bir pozisyon sunan bir telgraf aldı. Aynı zamanda Japon ürünlerinin batıya akışını kolaylaştırmak için yapılan düzenlemelerde de önerilerine danışılan Perriand, daha doğal hale gelmeye başlayan stilini ve ahşap gibi malzemelerin daha fazla kullanma eğilimini Japonya’daki zanaatkarlar ve geleneksel tasarımlar alanındaki araştırmalarıyla daha da geliştirdi.
Le Corbusier’in atölyesinde kazandığı estetik anlayıştan tamamen ayrılan Perriand, Japonya’nın geleneksel el işçiliğinin bırakılmadan 20. Yüzyıl tasarımlarına aktarılmasının ve modernizmle uyumlu hibrit tasarımlar yapmanın yollarını aradı. 1941’te bambu gibi malzemelerle, batı modernizmini kaybetmeden yatak ve sandalye tasarımları yaparken aynı zamanda “Chaise Longue” gibi önceki tasarımları Japon geleneksel malzeme ve teknikleriyle yeniden yorumladı. Aynı yıl “Sentaku, Dento, Sozo” (Seçim, Gelenek, Yaratma) adıyla Takashimaya’da bir mağazada yaptığı düzenlemeyle Japon objelerini oldukları gibi fakat orjinal işlevlerlerinden farklı olarak kullandı ve geleneksel teknikleri kullanarak oluşturduğu yeni tasarımları sergiledi.
Perriand, Fransa’ya döndüğünde Prouvé, Le Corbusier ve Jeanneret gibi eski meslektaşları ile çalışmaya devam ederken, Fernand Léger, Brezilyalı mimar Lúcio Costa ve Macar mimar Ernö Goldfinger gibi tasarımcılarla yeni ilişkiler kurmaya devam etti. Farklı yerlerde çeşitli projelere devam etti: Fransız Alpleri’nde (1938) rustik kır evlerinin tasarımı, Marseille (1950) ve Tokyo’da (1959) Unité d’Habitation için mutfak prototipleri ve Londra’da Air France için ticari iç mekanlar (1958). Nihai ve en büyük projesi Savoy’daki Les Arcs kayak merkezi (1967–85) oldu. Perriand bu projeyle yüksek kaliteli toplu konut üretimini mümkün kılmak için prefabrikasyonun sınırlarını zorlamanın yanı sıra, doğal çevreye karşı tutumunda dönemine göre daha ilerici bir anlayışa hizmet etti. Les Arcs, tamamen arabadan arınmış olarak planlandı ve her bina dağ manzarası üzerinde mümkün olan en az görsel etkiye sahip olacak şekilde konumlandırdı. Bunun yanı sıra Perriand dağlık alanlar için prefabrike ve kolay taşınabilir barınak tarzı yapılar da (ilk örneklerinden biri: Refuge Tonneau, 1938) tasarladı.
Art Deco, makine estetiği, organisizm, biomorfizm, Art Brut ve endüstriyel prefabrikasyon: Tüm bunlardan ilham alan Charlotte Perriand iyi tasarımın temelde dönüştürücü ve herkes tarafından erişilebilir olması gerektiğine inanıyordu. Tasarımlarında zanaattan makine estetiğine geçişi keşfetmeyi tercih etmesi ve bunu daha ileri bir makine estetiğine direkt olarak sıçrayan Bauhaus döneminde çok fazla göremeyeceğimiz bir şekilde yapmasıyla günümüzde hala ön planda olan tasarımlara imza attı.
NO COMMENT