Gordon Matta-Clark (1943-1978) kısa olarak nitelendirebileceğimiz ömrü içerisinde mimarlık kavramının algılanış ve uygulanış biçimini eleştirmiş ve yaptığı işlerle mimarlık düşüncesini farklı bir yöne çekmiştir. Terkedilmiş yapılar üzerinde çalışarak alışılmışın dışında bir yeniden işlevlendirme örneği göstermiş olan Matta-Clark, binaları keserek hem yapıları heykel gibi işlemiş, hem mekan içerisinde yeni bir deneyim alanı oluşturmuş hem de mimarlık kavramının algılanma biçiminin sorgulanmasını sağlamıştır.
Annesi Amerikalı, babası ise Şilili sürrealist bir ressam olan Gordon Matta-Clark, 22 Haziran 1943 yılında New York’ta doğmuştur. Çok kültürlü ve sanatçı bir çevrenin içinde doğan Matta-Clark’ın vaftiz babası Marchel Duchamp’tır. Şüphesiz ki doğduğu ortamla birlikte hayatının geri kalanındaki tüm deneyimleri Matta-Clark’ın fikirlerini ve çalışmalarını etkilemiştir. Cornell Üniversitesi’nde mimarlık eğitimi alan Gordon Matta Clark’ın, Cornell’de mimarlık stüdyosu yürütücülerinden biri olan Colin Rowe’den ve Paris’te Sarbonne Üniversitesi’nde eğitim alırken tanıştığı Guy Debord ve Sitüasyonistler’den etkilendiği bilinmektedir.
1970’lerde çalışan pek çok sanatçı için politika ve sosyal reform önemli bir konuydu. Gordon Matta-Clark bu konuları esas alan New York’taki sanatçılardan biriydi. 1960’larda iflasın eşiğinde olan New York’un terk edilmiş mekânları Matta-Clark’ın çalışma alanlarıydı. 1960’ların sonunda ‘Artist-in-residence’ yasasıyla sanatçılara SoHo’da terkedilmiş loftları kullanma imkanı verildi. Loft binalar Matta-Clark’ın kesme işlemini ilk uyguladığı mekânlardan oldu. Matta-Clark’a göre loft şartları içinde yaşayan sanatçıları zorlayan ve orayı dönüştürmeye zorlayan bir atmosfere sahipti. Kendisi de ilk anımsadığı kesme işlerinden birini 1971’de SoHo’da Coraline Goodden ile kurduğu Food isimli lokantada gerçekleştirdiğini söyler. Lokantanın ilgi görmesiyle birlikte kullanım alanları yetersiz kalmaya başlamış ve Matta Clark burayı dönüştürmek istemiştir. Bu dönüşümü önceden inşa ettikleri alanları keserek yapmaya başlamış ardından tezgah, ankastre çalışma alanları, bölücüler ve duvarlar üzerinde değişimler yaparak devam ettirmiştir.
Food lokantası ise, sanatçılar tarafından kullanılmaya başlanan SoHo için tümüyle farklı ve yeni bir mekân olmuştur. Lokantada malzemeler, sanatçılarla birlikte ortak getirilip kullanılmış yemekler birlikte pişirilmiştir. Bunun karşılığında sanatçılar ise işlerini sergileyebilmek için lokantayı kullanabilmiştir. Sanatçıların toplanması için bir alan oluşturan lokanta aynı zamanda piyasa odaklı sanat dünyasını tamamen karşıt bir akımın parçası haline gelmiştir.
Karşıt akımın içindeki Gordon Matta Clark 1973 yılında Laurie Anderson, Tina Girouard, Carol Goodden, Suzanne Harris, Jene Highstein, Bernard Kirschenbaun, Richard Landry ve Richard Nonas ile birlikte Anarchitecture grubunu kurmuştur. ‘Anarchy’ ve ‘architecture’ kelimelerinin birleşmesinden adını alan bu grup dönemin sahip olduğu yapı ve mimarlık anlayışını sorgulamış ve protesto etmiştir. Grup çalışmalarında mekanın politik konumu, terkedilmiş mekanların yeniden kullanımı, özel mülkiyet kavramı gibi mimarlık dışı görülen ama estetik ve görsel kaygıların ötesinde mimarlığın sosyal ilişkisini sorgulayan konulara değinmiştir.
Gordon Matta Clark’ın bir diğer ilgilendiği konu ise alternatif konut arayışı olmuştur. Yere özgü (site-specific) sanat akımının Clark’ın mimarlığına etkisi çok büyük olduğu söylenmektedir. 1970’de Vassar College’de bir sergiye katılımcı olarak davet edilen Matta-Clark, üniversite yönetimine loftunun kira sözleşmesi dolduğu için okul müzesinin bahçesindeki büyük bir ağaca ağaç ev yapmak istediğini söylemiş ve sergi bitene kadar burada kalmayı teklif etmiştir. Yasal sorumluluklardan korkan okul yönetimi ise bu durumu reddetmiş bunun üzerine Matta-Clark bu bölgeye dansçı ve heykeltıraş arkadaşlarını çağırarak, daha sonra ‘’Tree Dance’’ adıyla filmi gösterilecek olan, bir etkinlik düzenlemiştir. 1971’de ise evsizlerin sokakta buldukları malzemelerle geliştirebilecekleri alternatif konut uygulamaları üzerinde çalışmıştır. Bu çalışmalardaki ana hedefi ise evsiz insanların bu uygulamaları görerek kendince geliştirmesini sağlamak ve daha sağlam, ihtiyaçlarını daha iyi karşılayan alternatif konutlar üretmelerine yardımcı olmaktır.
1972-73 yılları arasında Gordon Matta Clark bir bina üzerindeki ilk somut kesme işi kabul edilen Bronx Floor’u gerçekleştirmiştir. Bina üzerinde yaptığı kesme işlemleriyle, mekânın iç-dış algısını değiştirmiş ve mahremiyet kavramını sorgulamıştır. Yapının içerisinde oluşturduğu boşluklarla, bina içerisinde yeni alanlar oluşturan ve ışık gibi dış mekân ögeleriyle yapının etkileşimini artıran bu çalışmasında, kestiği döşeme parçalarının farklı biçimde kullanılan bir yüzey olarak algılanmasını sağlamıştır. Bu çalışmasıyla birlikte Matta-Clark, binalar üzerinde kesikler yaratan kentsel bir arkeoloğa dönüşmeye başlamış ve yapının tarihi katmanlarını ve iskeletini ortaya çıkarmaya başlamıştır.
1974’de New Jersey’de gerçekleştirdiği Splitting isimli çalışması ise Gordon Matta-Clark’ın en basit görünen ancak okuması en karmaşık çalışması olarak kabul edilmektedir. Varlıklı bir yerleşim bölgesi olan New Jersey’de değişen ekonomik koşullarla birlikte birçok aşçı, bahçıvan, hizmetçi gibi çalışan işlerini kaybetmiş ve evlerini terk etmiştir. Terkedilen evler çürümeye bırakılmıştır. Tüm mahallenin ortadan kaldırılması kararıyla çürümeye bırakılan bu evler Gordon Matta-Clark için bir çalışma alanı olmuştur. Yapı üzerinde uyguladığı kesme çalışmasıyla evi ışık kamasıyla ikiye bölmüştür. Dönemin Amerikan ev yaşantısının sahip olduğu mahremiyet algısını ve mimarlık literatüründeki banliyö ev kavramını eleştirmiştir.
Matta-Clark çalışmaları için farklı, diğerlerinden ayırt edilebilir bir kimliği olan tarihsel karakteristik özelliklere sahip yapılar tercih etmektedir. Anıtsal olmayan, toplumun ve mimarlık çevrelerinin görkemli olarak nitelendirmediği yapıları çalışmaları için uygun bulmuştur. 1975’de uyguladığı Day’s End isimli çalışması, dönemin ilgi gören liman ve antrepo yapıları üzerindeki yeniden işlevlendirme çalışmalarına bir tepki gösterme niteliğindedir. Dönemin restorasyon ve rekonstrüksiyon algısından rahatsız olan Matta-Clark terkedilmiş bu yapı üzerinde bir delik açarak mekanın gün ışığıyla buluşmasını sağlamıştır.
Paris’in Rue Beaubourg bölgesinde terkedilmiş ve tehlikeli olduğu için yıkılmak üzere olan binalar 1975 yılında Gordon Matta-Clark’ın bir diğer çalışma alanı olmuştur. Renzo Piano ve Richard Rogers tarafından tasarlanan Centre Pompidou sanat merkezinin bulunduğu sokakta Gordon Matta-Clark başka bir dönüşüm göstermek istemiştir. Binanın duvarına 45 derece eğikliğinde, sokağı görecek şekilde direkt ilişki sağlayan konik bir delik açan Matta-Clark, sadece yapıya değil sokağa da dikkat çekmeyi başarmıştır. Piano ve Rogers tarafından o dönemde inşa edilecek yapı ile birlikte kenti ve sokağı şekillendirecek olanın Piano ve Rogers değil sokağın ve binaların kendisi olacağını göstermek istemiştir.
Conical Intersect isimli çalışmasında, Matta-Clark’ın mimarlık ve heykel arasında kurduğu ilişki, çok daha büyük ölçekli bir biçimde fark edilmiştir. Paris’te yeterince konut yerleşimi olmadığı için yapıların sanat eseri olma amacıyla kullanılmasını eleştiren bir öğrenci, Matta-Clark’la birlikte çalışma alanında bir süre geçirdikten sonra sürece daha işlevsel olarak yaklaşmış ve yapılan çalışmayı yeterince ışık ve hava almayan mekânlara bu ögeleri sokmak olarak yorumlamıştır. Bu noktada Matta-Clark’ın bir sanat dalı olarak heykel ve mimarlığın ilişkisinin farklı biçimlerde yorumlayabildiği ve sanatla mekânsal deneyimi mimarlık kesitinde birleştirebildiği söylenebilir.
Gordon Matta-Clark 1977 yılında Belçika’nın Antwerp kentinde son işlerinden biri olan Office Baroque adını verdiği çalışmanın kendisi için ayrı bir yeri olduğunu söylemiştir. Dış cephe üzerinde kesim işlemi olarak planlanan proje belediyenin engellemesiyle iç mekânda kesme işlemlerine dönüşmüştür. Kamusal olanı, kamuya kapalı hale getirmek zorunda kalan Matta-Clark yeni biçimsel karalar vermek zorunda kalmıştır. Kahve fincanın bina planları üzerinde bıraktığı izlerden ilham alarak kesme işlemini gerçekleştiren Matta-Clark, mekân içerisinde her zamankinden farklı olarak anlık olarak algılanabilen değil, mekân içerisinde dolaşımla algılanabilen bir deneyim yaratmıştır. Matta-Clark’a göre bu projeyi diğerlerinden farklı kılan bu yeni deneyim yöntemi olmuştur.
Gordon Matta-Clark bir röportajda kendi işlerini doğrudan ifade yöntemleri barındıran işgaller olarak nitelendirmiştir. Ona göre Splitting bir ayrılma, Day’s End mekânın unsurlarının doğaya açılması, Conical Intersect bir sokak tiyatrosu, Office Baroque ise üzerinde gezilen bir panoramik bir deneyim alanıydı. 27 Ağustos 1978’de 35 yaşında vefat eden Matta-Clark bir mimar olarak ardında hiçbir yapı bırakmamıştır ancak yaptıkları ve söyledikleriyle yaşadığı dönemin tam aksi bir yönde mimarlık teorisi oluşturmayı başarmıştır.
Kaynaklar
- ‘’The Anarchitecture Group’’, http://www.spatialagency.net/database/the.anarchitecture.group (Erişim Tarihi: Kasım, 2018).
- ‘’Gordon Matta-Clark Office Baroque’’ https://www.guggenheim.org/artwork/5209 (Erişim Tarihi: Kasım, 2018)
- Aslı Can, ‘’Gordon Matta-Clark’’ https://manifold.press/gordon-matta-clark (Erişim Tarihi: Kasım, 2018)
- ‘’Gordon Matta-Clark’’ http://www.artnet.com/artists/gordon-matta-clark/ (Erişim Tarihi: Kasım, 2018).
- Gordon Matta-Clark, çev. Baran Bilir, 2012, İstanbul: Lemis Yayın.
NO COMMENT