Türkiye’nin ilk açık hava müzesi Karetepe Aslantaş Açık Hava Müzesi, mimar Franco Minissi ve Turgut Cansever tarafından tasarlanmış. 1957 yılında yapımına başlanan ve 1961 de tamamlanan müze, Türk modern mimarisininde Brütalist anlayışın örneklerinden biri. Açık hava müzesi Osmaniye, Kadirli’de oldukça önemli tarihi geçmişe sahip alana ait bulguların üzerine yerleşen ve onları sergileyen özgün bir müze kurgusu.
Karatepe-Aslantaş tarihi Asativataya, Son Hitit Dönemine (MÖ. 8 yy.) dayanıyor. Kadirli’deki müzenin arazisi, Hitit döneminden kalma sınır kalesini ve duvarlarını barındıran bir milli parkta bulunuyor. Sınır kalesi eşit aralıklarla yer alan dikdörtgen kulelerle berkitilmiş 4 metre enindeki taş temel üzerinde ahşap destekli masif duvarlarla çevrili. Alana giriş için biri kuzeydoğu diğeri güneydoğuda yer alan iki anıtsal kapı bulunuyor. 1946 yılında bulunan arkeolojik alanda önce Karatepe Aslantaş Orman Milli Parkı, Karatepe- Aslantaş Açık Hava Müzesi ve 1977 ‘de Domuztepe ve Kumkale kazı bulgularını içeren Kapalı Müze Bölümü açılmış.
*Proje, 26-27 Aralık 2008 tarihinde Uludağ Üniversitesi’nde gerçekleşen “Türkiye Mimarlığında Modernizmin Yerel Açılımları” konulu etkinlikler dizisinin dördüncüsünde İlker Fatih Özorhon tarafından şöyle anlatılmış: “Karatepe Açıkhava Müzesi, Adana’nın Kadirli ilçesinde (Kadirli ilçesi, Osmaniye il olmadan önce Adana´ya bağlıydı.) yer alan ve geç Hitit dönemine ait buluntuların sergilendiği ve korunduğu bir kompleks niteliğindedir. Antik bir sınır kalesinin kapılarını, giriş noktalarını vurgulama ve bu girişlerdeki eserleri koruma amacıyla inşa edilen “saçaklar”, 1957 yılında Turgut Cansever tarafından tasarlanmıştır.”
Turgut Cansever’in müzesini oluşturan bu ‘saçaklar’, açık hava müzesinin korunaklı, yarı açık mekan yaratan strüktürleri. Aslında Karetepe Aslantaş Açık Hava Müzesi, alana dağılmış bu saçaklar ve onları taşıması için tasarlanmış betonarme kolonlardan oluşuyor. Yapının Brütalist özü, tamamıyla brüt bırakılmış beton saçak ve kolonlarla kendini belli ediyor.
“…Karatepe Saçakları hem 1950’lerin genel olarak öncesi ve sonrası hakkında da fikir veren hem de 50’lerin içinde spesifik olan bir eserdir. 1950’li yılların jenerik konularına, bildik bina ve mimarlık tipolojilerine de muhalif olan saçaklar bir yandan varoluşçu bir yandan yalnız o dönem içinde bir yaratıcılıkla ortaya çıkabileceğini düşündüren ve çokça hayal kurduran bir strüktürdür. Aslında eser, saçaklar ve onları taşıyan betonarme kolonlardan ibaret, yarı-açık bir mekan niteliğindedir. Ancak alışılmış beton-cam-çelik ezberini bozarken, hep oradaymış hissini vermektedir.
Saçakların alttaki tarihi kalıntının biçimlerine uygun olarak tasarlanmış olması yani – pekala mümkünken- net bir geometriden değil de alttaki yapıların düzgün olmayan geometrisini yansıtması aslında özgün bir duruşun ifadesidir. Var olan değerleri koruma amacıyla biçimlendirilen saçaklar, dik açılı bir anlayışı yadsırlar. Burada mimarın bireysel tercihi gerçekte var olanın ve önemli olanın alttaki tarihi kalıntı olduğunu kabul etmesi ve kendi eserinin ona uyduğunu göstermesidir. Bu duyarlılığın yanında doğayla kurduğu ilişki de örtüyü – saçağı- başka bir metaforik düzleme taşımaktadır. Taşıyıcı sistemin tek başına rasyoneli nedir diye düşünülmediği görülmekte, amaca uygun olarak kurulduğu, yapısal kurgunun ve strüktürün biçimi oluşturmak için kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Malzemenin doğal doku ve renginde kullanımı, eserin amacının en iyi yansıtır biçimde ortaya koyması gibi tasarım kararları, Brütalist bir anlayışı temsil etmektedir. Malzeme seçimi, yeni strüktürün doğanın içinde uzun süre varlıklarını sürdürebilmelerinin düşünüldüğünü ve yerel özelliklere saygılı yeni bir biçimlendirme anlayışını göstermektedir. Işık da tasarımda ve mekansal etkide önemle üzerinde durulan bir konudur. Üzeri örtülen eserlerin hem korunması hem de karanlıkta kalmamaları için saçaklar dengeli bir aydınlık, gölge ilişkisi oluşturacak biçimde düzenlenmiştir.”
Yapıyla ilgili oldukça gündemde olan bir konu ile yapının müelliflik sorunu. Karetepe Aslantaş Açık Hava Müzesi’nin ilk tasarımı Minissi tarafından karar verilmiş. Turgut Cansever de Minissi’nin verdiği ana kararlara sadık kalarak, projede küçük değişikliklere imza atmış. Bu değişiklikler yapının parçalarının müzenin bulunduğu alana daha çok tutunabilmesini sağlamak amacıyla yapılmış. Cansever, topografik durumla yapıyı ilişkilendirip yapıyı tekrar düzenlemiş.
NO COMMENT