2006 yılında ilk kez uluslararası bir yarışmanın parçası olarak tasarlanan proje SANAA ekibi, New York temelli bir stüdyo olan Imrey Culbert, peyzaj tasarımcısı Catherine Mosbach ve müzenin sergi alanlarından sorumlu, müzisyen Studio Adrien Gardère işbirliği ile tasarlanmış. Tasarım 1960’lı yıllardan önce kömür madeni olarak kullanılan 20 hektarlık bir arazinin içine entegre edilmiş. Müze için eski bir maden ocağı alanı seçilmesinin sebebi, alanın endüstriyel geçmişin zenginliğini koruyarak alanının dönüştürülmesine katkıda bulunma niyeti. Her yıl 500.000 ziyaretçi çekmesi beklenmiş ve sanayi sonrası kenti yeniden canlandırmaya yardım etmesi öngörülmüş.
SANAA’nın kurucuları Kazuyo Sejima ve Ryue Nishizawa Louvre Lens’i ve süreçlerini anlatıyor: “Alanın açıklığını korumak ve bu büyük projenin yüksekliğini azaltmak için yapı birkaç parçaya bölündü. Arazi kotunda kademeli değişiklikleri izleyen büyüklükleri ve düzenleri sayesinde binalar, madencilik tarihini ortaya çıkaracak şekilde alanın ölçeği ve peyzaj özellikleriyle denge yakalıyor.”
Sejima ve Nishizawa, çevresini domine eden bir kale oluşturmaktan kaçınmak istemişler. Varlığını çok baskın hale getirmeden çevresiyle entegre olan alçak, kolay erişilebilir bir yapı tasarım sürecinin ilk amaçlarından biri olmuş. Mimarlar, nehir kıyısında birbirleriyle yavaşça kenetlenen kayıkların görüntü ve hissini yaratmak istemiş. Cepheler, parkın görüntüsünü yansıtan parlatılmış alüminyumdan yapılmış ve bu seçim müze ile çevresindeki manzara arasında süreklilik sağlanması için tercih edilmiş. Birbirini takip eden ve bir zincir oluşturan dikdörtgen hacimlerin alüminyum cephe yüzeyleri düz gözükmesine rağmen hafif eğimli. Çeliği ve camı materyal olarak kullanan beş binadan oluşan yapı, dört dikdörtgen şeklini ve açıları birbirine denk gelen, hafif kavisli duvarları olan büyük bir kare biçimini kullanmış.
Sejima ve Ryue, “Proje, alanın narin karakteriyle çelişen katı ve doğrusal şekillerin yanı sıra, müzenin iç karakteri açısından kısıtlayıcı serbest şekillerden de kaçınıyor. Alanların hafifçe bükülmesi, proje alanının uzun kavisli şekli ile uyum yaratırken iç alanlarda da ince bir bükülmeye sebep oluyor ve bu sanat çalışmaları ile zarif bir ilişki sağlıyor” diye belirtiyor.
28.000 metrekarelik yapının tamamı, 360 metre uzunluğunda. Kitapçı, kafe ve diğer işlevlere sahip kavisli cam yüzeyli odaların da içinde bulunduğu merkez salonunda giriş sağlanmış. Bu salonun karşılıklı köşelerinde bulunan kapılar, iki sergi galerisine uzanacak şekilde konumlandırılmış.
Doğuda, 125 metre uzunluğundaki Grande Galerie, altı yüzyıl öncesine dayanan kalıcı sanat eserleri koleksiyonu (Louvre Koleksiyonu) için ortam sağlarken, batıdaki geçici sergiler için olan galeri, La Scène (geniş çaplı yeni nesil bir oditoryum) ile doğrudan bağlantılı olarak tasarlanmış. Müzede ayrıca, alana gömülü olarak konumlanmış büyük, görünmez, iki seviyeli bir kat yaratılmış. Bu alanın müze deposu, kamu hizmeti ve lojistik işlevleri için de kullanılması planlanmış. Güneyde birbirinden bağımsız iki bina idari hizmetleri ve kuzeyde bir restoran barındıran müze, park ve şehir arasında bir bağlantı konumunda. Projede hem işlerin sergilenmesi hem de binanın içine ışık alınabilmesi için çatılar kısmen camla kaplanmış. Doğal ışık, tavanı oluşturan iç gölgelikler vasıtasıyla kontrol edilmiş. Alüminyum duvarların odaların içinde bulanık yansımalar yaratması amaçlanmış.
“Işık, bizim için çok önemli. Bu alanın özel bir ışığı var. Japonya’ya kıyasla, insidans açısı daha sığ, ışık daha soğuk ve biz bu özel ışığa cevap vermek istedik….binadaki gün ışığının büyük bir kısmı bizim için genel olarak önemliydi -kalitesi ve atmosferi ve ayrıca yansımalarla ilişkisi nedeniyle. Sergilerin ve ziyaretçilerin alüminyum duvarlardaki yansımaları gözlemci ve nesne arasında özel bir ilişkiye yol açıyor.” diyor Kazuyo Sejima Louvre Lens için.
NO COMMENT