Algı, duyu verileriyle oluşan imgenin, bilinçte şekillendirilip dış dünyanın anlamlı hale getirilmesidir. Duyusal-ansal bir işlev olmakla birlikte algı, ayrıca kişisel bir deneyimdir (Ittelson, 1960). Algının oluşmasını sağlayan tüm girdiler bireye özeldir ve zihin bunları toplar, bir bütün oluşturur. Tüm bu girdiler sayesinde birey, çevresindekileri algısının getirisiyle seçer veya eler. Kendi süzgecinden geçirir, biriktirdiği veya şimdiye kadar deneyimlediği olaylara ve andaki duygu durumuna göre öz algısını yaratır. Kişiden kişiye değişen ve sahip olunan parametreler algıyı göreceli bir kavrama dönüştürür.
Çevreden gelen uyaranlar (renk, koku vb.) ve içsel uyaranlar (deneyimler,geçmiş) algı sürecini oluşturur. Lang bu süreci duyumsal süreç ve zihinsel süreç olarak ele alır. Bu etmenlerden biri algı sürecini oluşturmasaydı kişiler aynı nesneyi benzer biçimde algılarlardı.
Rüyada, gün içinde yaptığımız algıda seçicilik sayesinde etkilendiğimiz veya tecrübe ettiğimiz olaylar yorumladığımız şekilde yansır. Rüyada karşılaştığımız herhangi bir nesne herkese göre farklı bir anlam ifade eder, bireyseldir. Örneğin; rüyadaki elma bizim için sadece bir meyvenin temsiliyken başkası için deneyimlerinin çıkarımıyla korku duygusu uyandırabilir. Tüm bu algı oyununun perdelenmesi o an bilinçaltımızda yatan geçici algı birikimini sunar. Şizofreni veya sinestezi gibi kalıcı algı durumlarını duyuların birbirine karışmasıyla oluşan algı olarak ele alabiliriz. Bugün herkes renkleri duyabilmenin, müziğe dokunabilmenin, rakamları renklerle algılamanın kulağa normalden farklı geldiğini düşünebilir. Ancak burada normal ve gerçeği karıştırmamak gerekir. Çoğunluk normali tanımlayabilir. Sinestezik birinin algısı, asıl gerçekliğin bozuk bir versiyonu değildir. Toplumun tamamı sinestezik özellikler gösterseydi zaten böyle bir kavram da kalmazdı.
Adını şekil ya da form anlamına gelen ‘‘gestalt” kelimesinden alan Gestalt kanunları da görsel algılama sistemlerinden biridir. Bütünün, onu oluşturan parçaların toplamı değil, daha fazlası olduğunu savunur. Doku-zemin, benzerlik, yakınlık, ortak alan, devamlılık ilkeleri Gestalt kanunlarını oluşturur. İmgede seçilen detaylar kişinin o anki duygu durum ve deneyimlerine bağlı olarak algılanır. Diğer bir değişle algının çarpıtılması, onun aslında ne kadar değişken olabileceğinin bir örneğidir.
Bunların yanında mekan algısında, herkese göre farklı meydana gelen algı bütününü düşündüğümüzde ise genel bir mekan tanımından bahsedemeyiz. Genel geçer olarak strüktürel elemanların belirlenen boşluğu sınırlandırmasının yanı sıra kullanıcısının gereksinimlerini karşılayan ihtiyaçların somutlaşmış bir halidir tanımını yapabiliriz. Lefebvre mekanı ”algılanan, tasarlanan ve yaşanan mekan” olarak tanımlarken Schultz ise mimari mekânı, içinde yaşayan kullanıcıları fizyolojik, psikolojik ve toplumsal gereksinimlerini karşılayan bir uzay parçası, bir boşluk olarak tanımlamaktadır. ”Mekan algılanmasının kişisel deneyim, beceriler, gözlem, hayal gücü etmenleri gibi gereksinimleri vardır. Bu gereksinimler ile mekana dair bilgiler, algılayan kişinin biriktirdiği her türlü deneyim ile bilişsel bir süreçte işlenerek anlamlandırılır.”(Asar, 2013) Kullanıcının bu güne kadar sahip olduğu tecrübe ve deneyimler, mekanın fiziksel faktörleri (ısı, akustik, hacim vb.) eşliğinde mekan algı çıktısını oluşturur.
Bilinç ve duyularımızla var edip derinleştirdiğimiz mekanlar bu temel etmenlerle somutlaşır. Dokunma, mekanla kurulan bire bir temastır. Mekandaki malzeme ise oradaki dokuyu oluşturur. Algımızın seçiciliği ve yorumlamasıyla tüm bu yüzey örüntüleri bireyde hafiflik, sıcaklık veya soğukluk ifadeleri uyandırır. Farklılaşan algı ve bireysel kodlamalar sistematik çalışır. Hafızamızdaki bir koku bir mekanı tanımlayabilir. Örneğin: Anneannemizin evinde aldığımız o antika, eski eşya kokusu bizim için o mekanla özdeşleşir, orayı tanımlar. Umulmadık bir anda biri tarafından sıkılan bir kokunun, tanıdığımız birini aklımıza getirmesi gibi. Aynı koku gibi tadın da zihnimizde oluşturduğu imgeler vardır. Örneğin: Çay, soğuk bir mekanda içilen samimi, sohbetli akşamları hatırlatırken, Ortaköy denince akla waffle gelir. Oraya ait tatları ve ait hissettiren psiko-sosyal durumumuzun sentezi kendi bilişsel haritamızda yer eder. Bilişsel haritamızın oluşumundaki bir diğer duyu etmenimiz sestir. Ses, mekanın hacmi hakkında ses dalgaları yardımıyla bize bilgi verir. Bir miktar insanın camideki sükunetiyle, bir stadyum dolusu insanın orada oluşturduğu ses o mekanın ruhunu ortaya çıkarır.
Goethe’nin de dediği gibi ”Müzik, mimarinin akışkan halidir. Mimarlık ise müziğin donmuş halidir”. Bir şekilde mimari işitilebilir. Nasıl içinde barınılmayan ev zamanla dökük, yıkık bir hal alıyorsa, yaşanıldığı zaman da o denli insan sesiyle canlı bir hale bürünür. Mekanların dili herkes için farklı yorumlanır. ”Belki de bu sebeptendir ki, aniden karşılaştığımız bir görüntü, bir koku ya da bir ses öyle tanıdık gelir ki, belleğimizin derinliklerine attığımız bir anı ile bağlantı kurarak yeniden zihnimizde bir imaj olarak canlanıverir. Bu nedenle, algılarımız aracılığıyla mekânları deneyimlerken, mekân ve kişi arasında bir tür alışveriş olur. Mekân kendi aurasını yansıtırken, deneyimleyen kişi de kendi duygu ve algılarını mekâna yansıtır.” (Pallasmaa & Holl, 2011)
Mekansal algıyı kent ölçeğine taşıdığımızda Kevin Lynch ve Norberg- Schultz bu yönde çalışmalar yapmış, çeşitli hipotezler ortaya koymuşlardır. Lynch, kent mekanının algılanması için gereken ögelerin yollar, sınırlar, bölgeler, düğüm noktaları ve referans noktaları olduğunu saptamıştır. Norberg ise merkez veya yer, yön ve yol(süreklilik), alan veya ilgi alanı(sınır) kavramlarıyla kent ölçeğinde algının oluştuğunu savunmuştur. Lynch ve Norberg’in tanımlamalarına göre algıyı oluşturan bileşenlerin mekan içinde dolaşımına, mekandaki yönelimine, mekanlar arası kurulan bağlantıya göre tanımlayabilmesine bağlı olduğu belirlenmiştir. Mekandaki yönelim, geçirilen zamanla birlikte oraya karşı bakış açısı farklılaşabilir veya detaylandırılabilir. Bu gibi etmenler mekanı yaşamayı sağlar ve perspektif kazandırır. Hareket etmek, algıyı başlatır ve deneyimin kendisini oluşturur.
Kaynaklar
Lefebvre’in Üçlü Algılanan,Tasarlanan, Yaşanan Mekan Diyaletiği Yrd.Doç.Dr Adile Arslan Avar
Hande Asar, ( 2013 ), “Mimari Mekân Okumasında Algısal Deneyim Analizinin Bir Yöntem Yardımıyla İrdelenmesi”, YL Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü.
Nilgün Sazak, (2008), “Müziksel algılamanın temel boyutları” Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi Cilt:5 Sayı:1
NO COMMENT