Peter Cook’un ikonik kent yorumu Plug-in City (Türkçe’ye çevirmek gerekirse Tak-Sök Kent) Archigram’ın ilk yıllarındaki ideolojik arayışları en iyi özetleyen proje. Plug-in City kesinlikle tamamlanmış bir kent tasarısı değildir, Cook’un 1962 ve 1966 yılları arasında üzerinde çalıştığı bir dizi deneyler bütünüdür. Bu kentsel deneyler, değişimi şehir kimliğini oluşturan ana faktör olarak ele alır ve kentin fiziksel kurulumunu değişim üzerinden formüle etmeye çalışır. Bu nedenle Plug-in City’yi kesin olarak tanımlayan bir görsel, nihai bir çizim yoktur. Hatta bu nedenden Cook’un bu dört yıl boyunca ürettiği çizimler arasında çeşitli tutarsızlıklar da bulunmaktadır. (1)
Her ne kadar oldukça radikal bir öneri olsa da Plug-in City, varolan şehrin yerine yeni bir şehir kurgusu önermez (2) ve bu bağlamda Radiant City gibi statükoyu karşısına alan şehircilik projelerinden ayrılır. Peter Cook şehri bir sonuç ürün yerine bir deney ortamı olarak ele almış ve şehir konseptini mekansal fikirlerin üreyebileceği bir düzlem olarak kullanmıştır. Bu yapıcı tavrı sayesinde Plug-in City bazı otoritelerin sert eleştirilerinden kurtulabilmiş ve yeni gelen mimari jenerasyonları güçlü bir şekilde etkileyebilen bir çalışma olmuştur.
Bu bilinen şehir algısından kopuş projenin kent ölçeğinde olmasına rağmen bir mega-strüktür olarak değerlendirilmesinde de önemli rol oynar. Esasında Plug-in City’yi bir mega yapı olarak değerlendirmek de hiç yanlış olmaz. Cook’un Karl Ehn’in tasarladığı Karl-Marx-Hof ve Unite d’Habitation gibi inşa edilmiş mega-strüktürlerin sahip oldu kolektif yaşam, değişken konut birimleri ve erişilebilir ulaşım ağları ilkelerinden etkilendiği ortadadır. (3) Simon Sadler, Archigram Architecture Without Architecture kitabında Plug-in City’yi bu mega-strüktürlerden unsurlardan birinin Cook’un tamamlanmamış estetiği olduğunu vurguluyor. Sadler, bu estetik tercihin kaynağının Londra’nın özellikler 60’lı yıllarda yaşadığı inşaat bolluğu olduğunu, ve Cook’un şehrin bu ‘tamamlanma süreci’nden etkilendiği çıkarımını yapıyor. (4)
Peter Cook, avangard şehir vizyonunun temelini oluşturan projelere 1962 yılında başlıyor. Bir araya gelerek Plug-in City’yi var eden bu denemeler projenin sorun edindiği konuları farklı ölçeklerde ele alıyor. Plug-in City’nin ideolojisini bağımsız bu projeler üzerinden okumak mümkün. Alışveriş mekanlarının yeniden kurguladığı Nottingham Projesi’nin kesitleri incelendiğinde servis mekaniklerinin varlığı, birimlerin takılıp çıkarılması ve mağazaları strüktürel olarak destekleyen. Viyadük benzeri yapı göze çarpıyor.
Plug-in City, harita üzerinde Britanya’nın büyük bir kısmını kaplayan ve adayı uçtan uca bağlayan bir süper-strüktür ağı. (5) Cook, bu ağın gerekli servisler ve ulaşım mekanizmaları ile adanın her noktasına ulaşabileceğini söylüyor. Bu ağın belirli noktalarına ise tüm ihtiyaçların giderilmesini sağlayan birimler yerleşiyor. Vinçler ve kurulan monorail ağı ile bu birimlerin hareketi ve zamanla değişimi sağlanıyor. Plug-in City’nin elemanlarının her birinin belirli zaman içinde modasının geçmesi ve yenilenmesi amaçlanıyor. Bu birimlerin ideal yenilenme süreleri ise aşağıdaki gibi belirtilmiş:
- Banyo, mutfak ve oturma odası katları 3 yıl,
- Salon ve yatak odaları 5 yıl,
- Konut biriminin yeri 15 yıl,
- İşyerleri, bilgisayarlar vs. 4 yıl,
- Araba siloları ve yollar 20 yıl,
- Ana mega-strüktür 40 yıl. (6)
Projeyi oluşturan ana kesitlerin çoğunun konut ağırlıklı olması Cook’un yeni bir kolektif yaşam kurgulama gayretini oldukça belli ediyor. Şehrin ana unsuru olan konut birimleri, birbirinin üstüne gelecek şekilde ters bir koni biçiminde şehrin altyapısına bağlanıyor. Cook’un bu forma ulaşmasındaki ana üç sebep, erişilebilirlik, aydınlanma ve birimlerin kolayca yerleştirilebilmesi sorunlarını çözmek.
Cook, 1964 yılındaki çizimlerinde ise şehri oluşturan sistemlerin daha entegre bir şekilde bir araya getirilmesi üzerine çalışmış. Cook’un bu çalışmalarında konut birimleri, yürüyen merdivenler, ticari birimler ve servis mekanlarını bir arada çözmeye çalıştığını görüyoruz. Önerilen kurguda şehir içinde arabaların yerini bir monorail sistemi alıyor ve kent içi ulaşım lokal monorail ile sağlanıyor. Buna rağmen tekerlekli taşıtlar ulaşımdan tamamen koparılmış değil. Çeşitli otoparklar ve ‘hızlı yollar’ ile taşıt trafiği farklı kotlarda sağlanıyor. Şehrin tamamını ayakta tutan devasa strüktür ve ona bağlanan vinç sistemi ise şehirdeki değişimin sağlayıcısı konumunda.
“Ortaya çıkan dinamik ve değişken şehir beraberinde çok yeni bir kent anlayışı getiriyor. Plug-in City, kentsel deneyimin fiziksel ve zihinsel tetikleyiciler ile bağının kesilmesinin amaçlıyor. Eğer şehircilik anlayışı geleneksel olarak durağan ve ideal mimari objeyi tasarlıyorsa, Plug-in City mimariyi bir olay olarak ele alıyor ve kent yalnızca sakinlerinin aktif katılımı ile var olabiliyor.” (7)
Oldukça hiyerarşik, düzenli ve ayarlanmış olarak gözüken bir sistem olarak genişleyen şehir, kütleselleştiği noktalarda birbirinden farklı formal karakterler kazanarak tekdüzeliği engelliyor. Şehrin matematiğinin ölümcül bir seviyeye gelmemesi için bu çeşitlilik şart. (8). Buna ek olarak, her ne kadar Cook, modernist örneklerden ilham almış olsa da Plug-in City’nin modernizmle taban tabana zıt bir manifestoya sahip olduğu kolaylıkla söylenebilir.
Kaynaklar
- (1), (2) ve (6) Cook, Peter et. al. Archigram. Princeton Architectural Press, 1999
- (3), (4) ve (7) Sadler, Simon. Archigram Architecture Without Architecture. MIT Press, 2005.
- (5), (8) Archigram Cushicle and Suitaloon – http://architecturewithoutarchitecture.blogspot.com
- https://www.moma.org/collection/works/797
NO COMMENT