Ludwig Mies van der Rohe’nin modernist mimari fikirleri doğrultusunda 1958 yılında New York’ta tasarlanan Seagram Binası aynı zamanda Mies van der Rohe’nin ilk gökdelenidir. Gökdelenleri ile meşhur Manhattan silüetine van der Rohe’nin bir dokunuşu olan Seagram Binası, 38 katlı bir ofis binasıdır.
Ludwig Mies van der Rohe, gökdelen mimarisi ile ilgili düşüncelerini şu sözlerle açıklamaktadır:
“Gökdelenler kendilerini, inşaat süresince kaba strüktür dokuları ile ele verir. Dev çelik örgü etkileyici gözükür. Dış duvarlar yerine koyulmaya başladığında, tamamen sanatsal tasarıma dayanan strüktürel sistem, anlamsızlık kaosunun ve entipüften formların arkasına saklanır. Bu eski formların sorunlarını çözmekle uğraşmak yerine, çok yeni sorunların niteliğinden yeni formlar geliştirmeliyiz. Dış duvarlar yerine bina iskeletini hafiflettiği için bugün daha kullanışlı olan cam kullanıldığında, yeni strüktür prensiplerini net bir şekilde görebiliriz. Cam kullanımı yeni çözümler getirir.”
Bu fikirler doğrultusunda, van der Rohe’nin kafasında bir modern gökdelen kurgusu vardır. Bu kurgu Seagram Binası ile hayat bulmuştur. Mies van der Rohe, Pritzker ödüllü ünlü mimar Phillip Johnson ile bir araya gelerek Seagram Binası’nı tasarlamıştır. Yapının giydirme bronz ve siyah renkli camdan oluşan cephe tasarımı, gökdelenin en üst noktasına kadar devam etmektedir. Bu cephe tasarımı, yapının üzerine oturduğu alanın geniş granit zemini ile birbirlerini tamamlamaktadır.
Gökdelenin yapımı toplam 36 milyon dolara malolmuştur ve bu bağlamda zamanının en pahalı yapılarından biridir. Binanın inşasında kullanılan malzemelerin kalitesinin yüksek tutulması ve gökdelene katılan modern detaylar, yapıyı özel kılmaktadır. Yapının iç dekorasyonunda bronz, mermer ve traverten taşı gibi önemli ve şık malzemeler tercih edilmiştir.
Seagram Binası’nın en önemli tasarım detaylarından biri cephesi. Mies van der Rohe, istediği dış görünüşü sağlayabilmek için yapının cephesini oldukça detaylı bir şekilde tasarlamış. Gökdelenin cephesinde dikey olarak devam eden bronz elemanlar aslında taşıyıcı özelliğe sahip değil. Ancak mimar, bu bronz cephenin taşıyıcvı bir iskeletmiş gibi görünmesini istemiş. Mies van der Rohe her ne kadar süsten uzak, yalın bir mimari dile sahip olsa da yapının bu kısmında, bronz cephe elemanlarını bir süs parçası olarak kullanmış.
Lobinin üstündeki ofis alanlarının dekorasyonu Phillip Johnson tarafından yapılmış. Esnek kat planlarına sahip olan bu ofis alanları kullanım şekline göre değişiklik gösterebiliyor. Cephede kullanılan gri topaz cam kaplama sayesinde, ofis alanları zeminden çatıya kadar uzanan pencerelere sahip. Bu geniş pencereler, çalışma mekanlarının içine olabildiğince gün ışığı alınmasını sağlıyor. Gri topaz aynı zamanda ısı ve güneş korunumu da sağlamakta.
Mies van der Rohe, Seagram Binası’nı üzerinde bulunduğu caddenin yaklaşık 30 metre gerisine taşıyarak, gökdelenin altında kamusal bir meydan oluşturmuştur. Binanın Manhattan’ın en işlek caddelerinden biri üzerinde bulunması, bu kamusal meydanın önemini daha da arttırmakta. Meydana yerleştirilen iki çeşme ise bu alana daha da çekicilik katıyor.
Seagram Binası, Kanada’lı Seagram & Sons firması için tasarlanmış bir ofis binası. Ancak yapıyı pek çok önemli firma ve kuruluş aynı anda kullanmakta. Yapı, pek çok kurumsal şirkete ev sahipliği yapıyor. Yapı günümüzde hala New York’un en önemli mimari eserlerinden biri olarak anılıyor.
Adolf Loos and Mies Van Der Rohe’s Approaches to Modern Architecture As a Two Persistent Names of Bauhaus – Tuğçe Terzi
19 Nisan
[…] https://www.arkitektuel.com/seagram-binasi/ […]