Sonsuzluğun Evi (The House of the Infinite), Alberto Campo Baeza’nın 2014 yılında tasarladığı konut yapısı. Ev, dünyanın üzerinde cennetten bir parça olarak anılan Cadiz, İspanya’da bulunuyor. Ekibe göre tasarımları sonsuz denize bakan sonsuz bir düzlem yaratmak. Atlantik Okyanusu’nun kıyısındaki lokasyonunda kaya bir platformla kurgulanan ev olağanüstü bir manzaraya sahip.
Sonsuzluğun Evi, denize uzanan bir iskele fikriyle tasarlanmış. Evin sahile basan podyumundan yükselen bu uzun, süssüz düzlem güneşin battığı ufuk çizgisine doğru uzatıyor evi. Traverten kütlenin birinci katı evin yaşam alanını barındıran kısım -asıl teras için söylenen ‘sonsuz düzlem’ kısmının bir alt katı. Evin tüm kütlesi 20 metre genişliğe ve 36 metre derinliğe sahip. Yaşam alanının altında kalan kayalar oyularak, ilk 12 metrelik kısımda, evin yatak odaları konumlandırılmış. Sonsuzluğun evi, sahile konuşu kayalık kısma gömülmüş bir kütle aslında. Yapı üst katlarına doğru içine gömüldüğü kayadan kurtulup ‘sonsuz’ olmaya başlıyor.
En üstteki ‘sonsuz platform’a da daha güçlü bir etki katmak için bütün bir arazi, evin giriş kısmını gösteren ve araziyi caddeden ayıran duvara kadar, bu platformda birleştirilmiş. Yine bu kısımda da Roma traverteni kullanılmış. Caddeden ayıran duvarın iç tarafına geçtiğimizde eve asıl giriş, merdivenle aşağı inilen bir çeşit çukurla sağlanıyor. Sonuç olarak sonsuza uzanan teras kısmında yalnızca evin gömüldüğü kayanın içine sizi çeken bir çukur ve bir havuz bulunuyor.
Sonsuzluğun evi kayandan uzanan iki duvar ve onların arasındaki üçüncü bir duvar ile kurgulanmış. Evin dikkat çeken yanlarından bir tanesi de açıklıkların boyutları ve konumları. Ekip için ev, Cadiz’in kıyılarında hakim olan güçlü rüzgarlara karşı koruyucu duvarlar.
İspanya’nın Cadiz kenti oldukça güçlü esen rüzgarlarıyla ünlüymüş. Bu nedenle evin açıklıkları boyut, konum olarak ve aslında bunun sebep olduğu masifliği bilinçli bir tercih. Bu masifliği hem gömülü olmasından hem de yine rüzgardan dolayı kalın duvarlara sahip olması da arttırıyor.
“Rembrandt’tan, 1655 yılından, çok sevdiğim bir gravür var: ‘Christ Presented before the people’, beni her zaman çok etkilemiştir. Bu eserde Rembrandt, düz yatay bir düzlem çizer. Mükemmel düzlük ve yataylıkta. Burası güçlü bir sahnenin geçtiği yerdeki podyumun, konuşma kürsünün sınırıdır. Orada, Mies’in da sık yaptığı gibi, düzlemi çizgiye dönüştürür. Bu nedenle aslında Rembrandt’ın ve Mies’in bizim bir podyumdan, yalnızca sade, dümdüz bir podyumdan oluşan evimizi seveceğini düşünüyorum. Tıpkı Adalberto Libero’nun Capri’deki Villa Malaparte‘deki gibi. Eve sahilden baktığımızda bütün bu insanlar aklımıza geliyor. “ Alberto Campo Baeza ve ekibi Sonsuzluğun Evi üzerine.
Ekibin aynı zamanda tasarımda tarihten esinlendiği yanlar da mevcut. Baeza, evin bulunduğu alanda asırlar önce Romalıların bulunduğunu söylüyor. Romalıların Bolonya’daki balık fabrikaları ve tanrıları için yaptıkları tapınaklardan bahsediyor. Alanın tarihi mirasını da aslında onurlandırmak için evi, Roma traverteniyle kaplı, kayaya gömülmüş bir akropol gibi kurguluyorlar.
“Biz evin, yalnızca zamanı durdurme yetisine değil aynı zamanda insanların kalbinde ve aklında kalabilme yeteneğine sahip olmasını istedik.” Alberto Campa Baeza, burada evin aslında ne kadar çok zaman geçerse geçsin etkisinden bir şey kaybetmeyeceğinden bahsediyor. Hem kullanılan malzeme hem de tarihe atıfta bulunan, sonsuza uzanan kurgusu sebebiyle.
NO COMMENT