Troya Müzesi (Troy Museum) müze için 2011’de Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından açılan ulusal yarışma sonucu 1. olan Yalın Mimarlık tarafından tasarlandı. 2013 yılında yapımına başlanan proje, 2018’in Ekim ayında hizmete açıldı. Troya kentinin tarihini konu alan arkeolojik müze, paslanmış çelik kaplamayla (corten) elde edilen görünümüyle antik kentin yanındaki arazisinde ‘kazı alanından çıkarılmış bir eser’ hissi yaratmayı hedefliyor.
İlk olarak 1870 yılında keşfedilen ve daha sonra UNESCO Dünya Mirası listesindeki yerini bulan Troya antik kenti, Homeros’un İlyada destanına da konu olan Truva atıyla gerçekleşmiş efsanevi kuşatma ile ünlü bir kent. Yapılan kazılar sonucunda Troya’da üst üste kurulmuş, yedi ayrı kültürü temsil eden 4 mimari katın oluşturduğu 9 yerleşme saptanmış. Asya ve Akdeniz medeniyetlerinin tarihte bilinen en erken karşılaşmalarına ev sahipliği yapmış kent. Yalın Mimarlık ekibi de projelerinde antik kentin zengin tarihini yüceltecek bir tasarım hedefliyor. “Troya Müzesi, kentin mirasını onurlandırıyor. Müze, Troya kentinin doğal, kültürel, artistik ve arkeolojik bağlamda zengin tarihini anlatacak bir araç.” diyor ekip.
Yalın Mimarlık’a göre tasarım şu anki dünyadan farklı bir dünyayı tarihi kökleri ve hikayeleriyle ziyaretçiye aktarmak üzerinden kurgulanmış. Projenin başında ekip iki adet tasarım problemine odaklanmış. Bunlardan ilki müze yapısı ve onun çevresiyle kuracağı ilişkileri düzenlemek. Diğeri ve ekibe göre daha da önemlisi ise yangınlar, savaşlar yıkımlar geçirmiş, üst üste defalarca inşa edilmiş, yağmalanmış, buluntuları çalınmış, neredeyse yok olmuş, efsanelerde, destanlarda yaşayan bir uygarlığa ve bir döneme pencere açan bir yapı yaratmak. Troya Müzesi, mimarlara göre şu anki fiziki bağlamından daha çok yapının ötesinde bir his oluşturmalı. Bu yüzden mimarlar müzeyi, eşikler yaratmak ve ziyaretçileri buralarda soyutlamak üzerinden bir tasarım kurgusu geliştiriyor.
Müze zaman zaman ziyaretçisini fiziki bağlamdan tamamen koparan ve Troya dünyasına daldıran; zaman zaman da kentin yanındaki alanda bulunduğu çevresine tekrar bağlayan mekanları yaratmayı hedefliyor kısacası. Böylece müzeye gelen ziyaretçlerde yaratılan Troya antik kent hissini kontollü bir şekilde şu anki fiziki çevreye ve bazen de sadece eserlerle anlatılan hikayelere bağlıyor.
Troya Müzesi bu kurgusu doğrultusunda yapıya hizmet eden hacimleri yerin altındaki kütlesinde, toplam 2000 metrekarelik sergi alanlarını dışarıya yer yer açılan 4 katlı büyük küp hacminde barındırıyor. Korten kaplamasıyla yıpranmış, eski görünüme sahip bu küp, ekibin ‘kazı alanında çıkarılmış eser’ dediği kısım.
Troya Müzesi, tüm servis işlevlerini yer altıntaki tek bir katta topluyor. Burası müzenin dışından algılanmayan, üzeri peyzajla örtülmüş kısım. Müzenin sergi alanlarını barındıran kütlesi ise bu katın içerisinden yeryüzüne yükselen kare plan şemalı kısım. 32×32 metre ayak izine sahip sergi alanlarını barındıran küp hacmin etrafı ise atölyeler, depolar, giriş, işlikler, konferans salonları ve teknik hacimler ile çevrilmiş. Sergi yapısının dört tarafında destek hacimlerini ayıran ve bağlayan bir sirkülasyon bandı da bulunuyor. Bu sayede ziyaretçiler başka aktiviteler sırasında da sergi içeriğini algılayabiliyor.
Topraktaki bir yarıktan yükselen dev bir arkeolojik bulgu olarak algılanan Troya Müzesi, ziyaretçilerini yapıya 12 metre genişliğindeki bir rampadan aşağıya indirerek içeri davet ediyor. Ziyaretçiler inerken karşılarında gördükleri yapıya doğru yaklaşıyorlar. Yaklaştıkça ve yapıya ulaşmak için rampanın daha derinlerine indikçe etraflarındaki peyzaj ve yeryüzü yavaşça kayboluyor. Burada ziyaretçi yalnızca bu ‘arkeolojik bulgu’yu ve gökyüzünü görüyor yapıya girmeden hemen önce. Rampa bitip ziyaretçiler içeri girdiğinde ise hemen yeni bir sirkülasyon bandına dahil oluyor ve sergi hacmine ilerliyor.
Troya Müzesi pas kırmızısı, toprak rengi sergi hacmiyle alttaki hacmin şeffaf çatısından yeryüzüne doğru yükselir. Paslanmış metal (corten) kaplı yapı, bu haliyle topraktan çıkarılmış kırılmış testiler ve çömlekler gibi eski, çizilmiş, yıpranmış, kendine özgü dokusuyla ardında bir yaşanmışlık olduğunu hissettirir.
Yalın Mimarlık ekibi bu bağlamda “Bir geçmişi vardır.” diyor ve ekliyor “O döneme ait olmasa da malzemenin ve mimarinin geçmişi, günümüz ve gelecek arasındaki bağa dair bir şeyler söylediğini hissettirir.” tasarladıkları arkeolojik bulgu Troya Müzesi için.
Müzeye gelenlerin yapıya girdiği rampadan sonra ikinci bir sirkülasyon bandı tarafından karşılandığından bahsetmiştik. Bu bant, yapının içinde dönen ver serginin geri kalanına ziyaretçileri ulaştıran ve yapıyı üç tarafından saran rampa sistemi. Yapı kabuğu da üç tarafından dönen rampayı sarıyor. Yapıya giren ziyaretçiler yar altındaki hacimde üstteki sergi kübünün izi olan, zeminden 2,5 m yukarıda asılı duran corten kaplamalarla rampaya ve sergiye davet ediliyor. Böylece girişten sonra kesintiye uğramayan ve tüm yapıyı dolaştıran rampa yolculuğu başlamış oluyor.
Zeminde konferans salonu, satış birimleri, işlikler, atölyeler, yönetim hacimleriyle sarılan sirkülasyon bandından tüm işlevlere ve sergi yapısına ulaşmak mümkün. Ayrıca atölyeler yine sirkülasyon bandı üzerinde şeffaf cepheleri ile belirli zamanlarda ve periyodlarda ziyaretçilerin restorasyon ve bakım çalışmalarını izleyebilmelerine olanak sağlayacak şekilde düzenlenmiş. Rampalar ile yavaşça yukarı çıkılmaya başlandığında da cephedeki yarıklardan alanın çevre, tarlalar ve Troya kalıntıları gözlenebiliyor. Çatıya ulaşıldığında ise dev bir seyir terasıyla karşılaşıyor ziyaretçiler.
Yapının ve rotanın bitiş kısmında ise ekip, kendi kurguladıkları yolculukla yapılarının içinde antik kentin tarihine dalmış ziyaretçilerini, terasta bütün bu alanı izleyerek Troya’nın geçmişini, antik kentteki yaşanmışlıkları hayal etmeye bırakmış. Tarihte oldukça büyük öneme sahip bu antik kentin Troya Müzesi yapısıyla onurlandırdıkları tarihine yapılan yolculuğun son bulduğu nokta bu seyir terası.
NO COMMENT